Kütahya ve İznik çinilerinin tarihi
ÇİNİ SANATI
Türklerde iç ve dış mimari süslemenin
en renkli kolu olan çini sanatı, asıl büyük ve sürekli gelişmesini Anadolu Türk
mimarisinde göstermiştir. Çeşitli tekniklerle zenginleşen bu süsleme sanatı,
hep mimariye bağlı kalmış, onun üstünlüğünü ezmemiş, ama renkli bir atmosfer
yaratarak mekan etkisini arttırmıştır. Türk mimarisinde çini süslemenin
kullanımını çok eski tarihlere kadar indirebiliriz. Uygurların, Karahanlıların,
Gaznelilerin, Harzemşahların ve özellikle İran’da Büyük Selçukluların
mimarisinde çininin az da olsa kullanıldığı bilinmektedir. Bu sanat dalı,
Anadolu Selçukluları ile çok yaygın ve çeşitli tipteki mimari yapıtlar üzerinde
büyük bir gelişme göstererek varlığını günümüze kadar sürdürmüştür. Her dönemin
çini süslemesi, daha önceki dönemin teknik üstünlüğünü sürdürmekle birlikte
yeni teknik buluş ve renklerle bu sanatı zenginleştirmiştir.
Anadolu Selçuklu mimarisinde dini
yapılar mozaik çini tekniği ile süslenmiştir. Bu teknikte firuze, mor, yeşil,
lacivert renkte sırlanmış çinilerden istenen örneğe göre kesilmiş parçalar alçı
zemin üzerinde bir araya getiriliyordu. Selçuklu köık ve sarayları ise, yıldız,
haçvari, altıgen, kare, dikdörtgen gibi geometrik çini levhalarla kaplanmıştır.
Selçuklular ayrıca, sır üstüne uygulandığında metalik bir parıltı veren
“Perdah” tekniğini geliştirmişlerdir. Dini yapılarında ise geometrik kompozisyonların
yanında, rumi ve palmet gibi soyut bitkisel motifli kıvrık dallara da yer
vermişlerdir. Ayrıca, çok etkili iri kufî ve sülüs yazılarla yapılan süsleme de
önemli bir yer tutar. Anadolu saraylarındaki çini süslemeler ise çeşitli
duruşlarda insan, av hayvanları, kuşlar, çift başlı kartal, ejder, sfenks gibi
aralarında efsanevi yaratıkların da bulunduğu zengin bir figür kolleksiyonunu
gözler önüne sermektedir. Selçuklu döneminde çini süslemenin merkezi Konya
olmuştur. ilk örneklerde tuğla ve sırlı tuğla kullanılmıştır. Ama, kısa bir
süre içinde kesme mozaik çininin bütün yüzeyleri kaplaması ile üstün bir düzeye
varılmıştır.
Anadolu’da çini süslemeyi içeren erken
tarihli önemli yapılardan biri, Sivas Keykavus ıifahanesi’ndeki türbedir.
Selçuklu sultanı I. İzzeddin Keykavus’un yattığı bu türbenin cephesi, Sultan’ın
ölümünü bildiren yazılı levha çinileri ve mozaik çini süslemeleri ile görkemli
bir görüntüye sahiptir. Geometrik kompozisyonların ağırlıkta olduğu bu yapıda,
kazıma tekniği ile yapılmış iki küçük kartuş içinde ustanın Marendli olduğu
belirtilmiştir.
13. yüzyıldan kalma Eski Malatya Ulu
Camii’nin kubbeli mekanı ile eyvan ve avlu revağındaki çiniler, mimariye bağlı
olan bu süslemenin başarılı ve görkemli birer örneğidir. Kazıma tekniğinde yapılmış
çini kitabelerde belirtildiği gibi, ustaların Malatyalı oluşu, bu sanatın artık
Anadolulu sanatçılarca da başarı ile uygulandığını ortaya koymaktadır.
Anadolu Selçukluların en önemli merkezi
olan Konya’daki mimari yapıları süsleyen çiniler, kentin bu sanat dalında da
seçkin bir merkez olduğunu göstermektedir. Alaeddin Cami’nin mihrabında ve
kubbeye geçiş bölgesinde çini süslemeler bulunmaktadır. Ayrıca Sırçalı
Medrese’nin (1243) eyvanındaki mozaik çini süslemeler, kitabede Tuslu bir
sanatçının isminin olması açısından önemlidir. İran’ın Tus kentinden gelmiş bir
aileden olan bu sanatçının Anadolu’da Konya ve çevresinde etkinlik gösterdiği,
öteki yapıtlarda görülen benzerliklerden anlaşılmaktadır.
Konya Karatay Medresesi (1251),
Selçuklu döneminde mozaik çini sanatının ulaştığı üstün düzeyi, özellikle
kubbede olmak üzere, yapının hemen her bölümünü kaplayan mozaik çini
süslemeleri ile gözler önüne serer. Kompozisyonlara dikkatle bakıldığında, bu
yapıdaki mozaik çinilerin ciddi ve bilinçli bir biçimde yerleştirilmiş olduğu
anlaşılır.
Yine Konya’daki Sahip Ata Camii ve
Külliyesi’nin (1258-1283) çini süslemeleri, Selçuklu dönemindeki gelişimi ve
mimarideki yaygın kullanımı gözler önüne sermektedir. Caminin mihrabı,
minarenin gövdesi, türbenin içindeki lahitler, kemerler, ajurlu pencere
şebekeleri hep Selçuklu çini sanatının seçkin örnekleri ile kaplıdır. Bu
örneklerde bitkisel motiflerin daha geniş alanları kapladığı görülmektedir.
Sivas’taki Gök Medrese (1272) ise,
Selçuklu çini sanatının 13. yüzyılın sonuna doğru vardığı noktayı gösterir.
Eyvan tonozunun içi, mozaik çininin kabartma olarak da uygulandığını ortaya
koyar. Ayrıca eyvanın arka duvarının süslemesi, daha önce İran’da Selçuklu
yapılarında görülen sade tuğla süsleme yerine, Anadolu’da tümüyle mozaik çini
kullanıldığını göstermesi açısından ilginçtir. Tokat’taki Gök Medrese’ nin
eyvan cephesindeki çiniler ise, Selçuklu dönemi mozaik çinilerinde kullanılan
motiflerin bir özetini vermektedir. Çay kasabasındaki Taş Medrese’ nin (1278)
giriş eyvanında kırmızı tuğla ve firuze çiniden kesilmiş, lotus-palmetli bir
friz vardır. Mihrabındaki çiniler ise, Türk çini sanatında ilk ve son kez
uygulanmış olan bir süsleme biçimini sunar. Firuze ve mor renkli çinilerle
oluşturulan ve Bizans sanatında görülen bir düğüm motifi, içinde “Allah” ve
“Ali” yazılı sekiz köşeli yıldızlarla birleştirilerek orijinal bir düzenleme
yaratılmıştır.
Ankara’daki Arslanhane Camii’nin
görkemli mihrabı ise, 13. yüzyıl sonunda varılan zenginliği ve teknik gelişmeyi
belirtir. Firuze ve lacivert renkli mozaik çininin kullanıldığı mihrapta, alçı
süsleme de önemli bir yer tutar.
Selçuklu dönemi saray ve köşkleri, ne
yazık ki, günümüze sağlam olarak gelememiştir. Ama yapılan kazılar sonucunda bu
yapıların zengin çini süsleme ile kaplı oldukları anlaşılmıştır. Konya’da
Alaeddin Köşkü denilen, fakat IŞ. Kılıçarslan zamanında inşasına başlanan
yapının kalıntılarında, Anadolu Selçuklu sanatında yalnız burada kullanılan
“Minaî” adı verilen teknikle yapılmış çiniler bulunmuştur. Bu çinilerin hamuru
sarımtırak renktedir, hamurun içinde ise bağlayıcı olarak, alkalili kireç
kullanılmıştır. Çok iyi yoğrulan hamur, levha haline getirilir ve astarlanmadan
sırlanırdı. Yedi rengin kullanıldığı bu çinilerde, yüksek ısıya dayanan yeşil,
koyu mavi, mor ve firuze renkler sır altına boyanarak daha sonra desen
yapılırdı. Ardından siyah, kiremit kırmızısı, beyaz ve altın yaldızla sır
üstüne yeniden boyanarak daha hafif bir ısıda tekrar fırınlanırdı. Uygulanması
çok zor olan bu teknikle ortaya kaliteli ürünler çıkıyordu. Bu teknikle
yapılmış yıldız, haç biçimli baklava ve kare çini levhalarda, Selçuklu dönemi
saray yaşamını yansıtan taht ve av sahnelerinin yanında çeşitli hayvan ve
stilize bitkiler de görülmektedir.
Sultan I. Alaeddin Keykubad tarafından
yaptırılmış Kayseri Keykubadiye (1224-26) ve Beyşehir Kubad Abad (1226-37)
saraylarında ise kare, sekiz köşeli yıldız ve haçvarı çini levhalar, sır altına
boyama ve sır üstüne madeni parıltı veren perdah tekniği ile yapılmışlardır.
Keykubadiye Sarayı’nda geometrik motiflerin yanında, firuze sır altına siyahla
helezonlar yapan kıvrık dallı süslemelerin bulunduğu kare çiniler de
kullanılmıştır. Beyşehir’deki Kubad Abad Sarayı ise çok sayıda figürlü çini
içeriyordu. Perdah tekniği bu yapıda da kullanılmıştır. Bu teknikte desen, mat
beyaz ya da mor ve firuze sırlı çininin üstüne gümüş ya da bakır oksitli bir
karışımla işleniyor, çini alçak bir ısıda yeniden fırınlanıyordu. Böylece,
oksitlerdeki maden karışımı ince bir tabaka halinde çini yüzeyindeki süslemeyi
kaplıyordu. Haçvari çiniler arasına yerleştirilen sekiz köşeli yıldız biçimli
levhalar, çok çeşitli insan ve hayvan figürlerini içeriyordu. Bu örnekler,
Selçukluların dünyasal ve sembolik anlamlarla zenginleşen bir tasvir anlayışını
sergilemektedir.
Beylikler döneminde çininin kullanımı,
Selçuklulardaki kadar görkemli değildir. Ama bazı örneklerde, bu sanatın yine
de başarısını sürdürdüğü görülür. Özellikle Eşrefoğlu Beyliği’nin Beyşehir’deki
Camii (1299) ve bitişiğindeki türbe (1301), bu dönemin en görkemli çini
süslemelerine sahiptir. Camiye girişi sağlayan ve kitabeyi taşıyan iç kapı,
tümüyle mozaik çini kaplaması ile çini sanatının zaferini vurgulayan bir tak
gibidir. Türbenin kubbesini kaplayan mozaik çinilerde artık, grift bitkisel
motiflerin egemenliği başlamıştır. Burada mozaik çininin beşgen levhalar
halinde uygulanmış oluşu da teknik bir özelliği gözler önüne serer.
Mozaik çini süsleme, Aydınoğlu
Beyliği’nin Birgi Ulu Camii’ndeki (1313) mihrap ve mihrap önü kubbesini taşıyan
kemer alındığında da sürer. Aynı beyliğin Selçuk’taki ısa Bey Camii’nde (1374)
ise, mihrap eksenindeki birinci kubbeye geçiş bölgesi, tuğla ve yıldız biçimli
çinilerle kaplıdır.
Mozaik çini süsleme, Selçuklu sanatının
en yakın izleyicisi olan Karamanlı Beyliği’nde de vardır. Ama bu kez, alçı
süsleme içine kakılmış olarak kullanılmıştır. Konya’daki Hasbey
Darülhıffazı’nın (1421) mihrabı ve kubbeye geçiş bölgesindeki mozaik çiniler,
Selçuklu dönemi özelliklerini sürdürür. Ancak Karaman’daki İbrahim Bey
İmareti’nin (1433) bugün İstanbul Çinili Köşk’te sergilenen renkli sırla boyama
tekniğinde yapılmış gösterişli mihrabında ise Osmanlı çini sanatının etkilerini
buluruz. Aynı etkilere, Germiyanoğlu Beyliği’nin Kütahya’daki ımaret’ine
bitişik II. Yakup Bey Türbesi’nin (1429) yer aldığı setin bordürlerindeki,
renkli sır boyama tekniği ile yapılmış dikdörtgen levha çinilerde de
rastlıyoruz.
Osmanlılarda çini sanatı başlangıcından
beri çeşitli tekniklerin uygulanması ile büyük bir aşama ve zenginlik
göstermiştir. Bursa Yeşil Cami (1419-22) ve külliyesinin çini süslemeleri, ilk
dönem Osmanlı sanatında çininin ulaştığı düzeyi sergiler. Bu yapıda kullanılmış
olan “renkli sır” tekniğinde desenin konturları kırmızı hamur üzerine derin
kazılarak ya da baskı ile basılmak suretiyle işlenir, sonra renkli sırlarla boyanarak
fırınlanır. Bir başka şeklinde ise kırmızı hamurlu levha, beyaz bir astarla
astarlandıktan sonra desenin konturları krom, mangan karışımı şekerli bir madde
ile çizilir. Sonra renkli sırlarla boyanarak fırınlanır. Fırınlanma sonucunda
eriyen renkli sırların, kabaran konturlar sayesinde birbiri içine akması
önlenir.
Beyaz, sarı, fıstık yeşili ve eflatunun
katılmasıyla renklerde de bir zenginlik olmuştur. Ayrıca, hatayili
kompozisyonlar ve şakayık gibi Uzak Doğu kökenli desenler çini sanatına
katılmıştır. Bu yeniliklerin çini sanatına katılmasında Ali bin ılyas Ali’nin
büyük payı vardır. Aslında Bursalı olan usta 1402’de Timur tarafından
Semerkant’a götürülmüş, orada yeni teknik ve üslubu öğrenerek, dönüşünde de
beraberinde getirdiği Tebrizli ustalarla Bursa’daki ürünleri
gerçekleştirmiştir. Ayrıca Yeşil Cami’nin tümüyle çini kaplı hünkar mahfilinde,
yine çini ile yazılmış Muhammed el Mecnun ismi, bu bölümü yapan ustanın
iftaharla atılmış bir imzası gibidir.
Yeşil Türbe’nin mihrabındaki iki şamdan
arasından çiçeklerin fışkırdığı vazo ve tepede asılı olan kandil kompozisyonu,
değişmekte olan süsleme üslubunu gözler önüne serer. Çelebi Sultan Mehmed’in
tümüyle renkli sır tekniğindeki çinilerle kaplı lahdi ise, çinili lahitlerin en
görkemlilerinden biridir.
Bursa’daki Muradiye Camii ve
Medresesi’nde (1425) ise daha kısıtlı olan süslemeler, mozaik ve renkli sırla
boyama tekniği ile çeşitli biçimde tek renk sırlı levha çinilerden oluşmuştur.
Edirne Muradiye Camii’nin (1436)
çinileri ise, ilk dönem Osmanlı çini sanatında çininin gelişimini sergiler.
Caminin mihrabı, saydam renksiz sır altına mavi-beyaz teknikli çinilerin renkli
sır tekniği ile birlikte kullanımıyla oluşan teknik bir aşamayı göstermektedir.
Mihrap içindeki düğümlü şeritlerle çevrelenmiş zengin rumili kıvrımlarda
dönemin tezhip ve kalem işi süslemeleri ile bütünleşen bir üslup birliği
sezilir. Bunun yanında, çoğu Uzak Doğu kökenli çeşitli bitkisel süslemeler,
kompozisyonlara zenginlik katar. Sır altına mavi-beyaz süslemeli altıgen çini
levhalar, aralarına yerleştirilmiş olan üçgen biçiminde firuze renkli çini
levhalarla birleşerek duvarları kaplar.
Edirne Üç şerefeli Cami’nin (1437-47)
avlusunda yer alan iki çini alınlıktaki levhalarda şeffaf sır altına uygulanmış
mavi-beyaza firuze ve eflatunun da katıldığı görülmektedir. Küçük çiçekler,
lehezonlar yapan kıvrık dallar ve yazılı kitabeler, bu yapıdaki süslemenin ana
desenleridir.
15. yüzyılın renkli sırla boyama
tekniği, 16. yüzyılda, özellikle de İstanbul’da sürer. Yavuz Sultan Selim Camii
ve Türbesi’nin (1522) çinilerinde, renkli sırla boyama tekniğinde sırsız
bırakılan boı alanların fırınlandıktan sonra kırmızı boya ile boyanarak
renklendirildiği anlaşılmaktadır. şehzade Mehmed Türbesi’nin (1548) içini
kaplayan çini süslemelerde ise sütunlar, başlık ve kaidesini içeren mimari
formlar görülür. Burada sütunların taşıdığı bir revak fikri tasvir edilmiştir.
Bu örnekler renkli sır tekniğinin mimari ile bağdaşan en yaygın kullanımını
gözler önüne sermektedir.
16. yüzyılın ikinci yarısından sonra
tüm teknikler terk edilir. Yalnızca “sıraltı” diye adlandırılan teknik
kullanılmaya başlanır. Bu teknikte çini levhalara önce bir astar çekilir, sonra
istenen örnek dış çizgileri ile çizilir ve içleri arzulanan renklere boyanır.
Hazırlanan çini levha, sır içine daldırılıp kurutulduktan sonra fırına verilir.
Fırında ince bir cam tabakası halini alan saydam sırın altında tüm renkler
parlak bir biçimde ortaya çıkar. Bu dönemde ayrıca renklere ancak yarım yüzyıl
kadar sürecek olan orijinal bir mercan kırmızısı da katılır. Çok kaliteli bir
teknik ve zarif bir desen anlayışı ile yapılanbu çinilerde, artık natüralist
bir anlayışla çizilmiş lale, sümbül, karanfil, gül ve gül goncası, süsen ve
nergis gibi çeşitli çiçekler, üzüm salkımları, bahar açmış ağaçlar, servi hatta
elma ağaçları, üstün bir yaratıcı güçle kompozisyonları zenginleştirir. Ayrıca,
hançer biçiminde kıvrılmış sivri dişli yapraklar ve bunların arasında çeşitli
duruşlarda kuş figürleri, kimi zaman dabazı efsane hayvanları yer alır. Bu
zenginleşmede hiç kuşku yok ki, Osmanlı sarayına bağlı nakkaşların yaratıcı
gücü etken olmuştur. Özellikle şahkulu ve Karamemi gibi nakkaşbaşıların
idaresinde çalüşan nakkaşlar, çini ustaları için çeşitli desenler
yaratmışlardır. Bu gür kaynağın oluşturduğu Osmanlı saray üslubu, bu dönemde
çeşitli sanat yapıtlarıyla birlikte çini sanatında da bir üslup bütünlüğü
sağlamıştır.
İstanbul Süleymaniye Camii’nin
(1550-57) mihrap duvarı, kırmızı rengin ilk kez kullanıldığı, bahar açmış
dallar ve diplerinden fışkıran lale, karanfil gibi natüralist çiçeklerin yer
aldığı çiniler ile yeni üslubu açıkça ortaya koyar. Mihrabın iki yanındaki
yazılı madalyonlar ise, dönemin büyük hattatı Karahisari ve öğrencisi Hasan
Çelebi’nin ürünleridir.
Rüstem Paşa Camii (1561), 16. yüzyılın
ikinci yarısında çini sanatına kaynak olacak bütün desenlerin sergilendiği,
mihrapların, duvarların, payelerin tümüyle çinilerle kaplandığı gösterişli bir
yapıdır.
İstanbul Kadırga’da Sokullu Mehmet Paşa
Camii (1571), çini süslemelerin kubbenin pandantifli geçiş kısmında, pencere
alınlıklarında, mermer mihrabın çevresinde duvarda ve minberin külahında yer
alması ile mimariyi ezmeyen başarılı bir düzenlemeye sahiptir. Bunun yanında,
İstanbul Piyale Paşa Camii’nin (1573) çinili mihrabının süslemeleri, dönemin
kumaş desenleri ile olan benzerliği sergiler.
Edirne Selimiye Camii’nin (1569-75)
çinileri, 1572 tarihli fermanlardan anlaşıldığı gibi, ıznik’e özel olarak
sipariş edilmiştir. Bu yapı, çini süslemenin mimari ile bağdaşan, mimari
üstünlüğü ezmeyen bilinçli yerleştirilişini en başarılı bir biçimde ortaya
koyar. Mihrap duvarı, minber köıkü duvarı, galerileri taşıyan kemerlerin
köşelikleri, pencere alınlıkları ve özellikle de hünkar mahfili, dönemin en
kaliteli çinileri ile kaplıdır. Hünkar mahfilinde ki çiniler, 16. yüzyılın
ikinci yarısında varılan üstünlüğü, bahar açmış ağaçlar ve elma ağaçları ile
taçlandırır.
Üsküdar’da Atik Valide Camii (1583)
mihrap duvarının iki yanında yükselen çini panolar, vazodan taşan çeşitli
çiçekler ve bahar açmış ağaçları ile 17. yüzyıl çini sanatına kaynak olacak
güçtedir.
Çini sanatında, 17. yüzyılın ilk
yarısından itibaren teknik açıdan bir duraklama ve gerileme başlar. Mercan
kırmızısı kahverengiye dönüşür, öteki renkler solar, sır altında akmalar
görülür. Sır parlaklığını yitirir, çatlaklar belirir, beyaz zemin de kirli ve
benekli bir görünüm kazanır. Desenler ise bir süre daha eski güçlerini
korumakla birlikte, gittikçe inceliklerini yitirir ve donuklaşırlar. Sağlam
siyah dış çizgilerin yerini de ince mavi bir renk alır.
İstanbul Sultan Ahmed Camii (1609-17),
Türk çini sanatının en parlak dönemine ait örneklerin toplandığı son büyük
yapıdır. Bu yapıda kayıtlara göre, 21043 çini kullanılmıştır. Özellikle üst kat
mahfillerinin duvarlarını kaplayan çini panolardan görülen bahar açmış ağaçlar,
asma dalları sarılmış servi ağaçları, üzüm salkımları, lale, sümbül, karanfil
demetleri, Çin bulutları ile kuşatılmış iri şakayıklar ve sembolik üç top
desenleri, yıldızlı geometri geçmeler gibi çok farklı motiflerin ayrı ayrı
panolar halinde bir araya getirilmiş olması, bunların toplanmış çiniler olduğu
kanısını uyandırmaktadır. Bu yapıda, 16. yüzyıl ikinci yarısı ve 17. yüzyıl
başı ıznik ve Kütahya çinileri bir arada kullanılmıştır.
Topkapı Sarayı’nın çinileri, Osmanlı
çini sanatının tüm dönemlerini toplu olarak gözler önüne serer. Fatih Sultan
Mehmed tarafından yaptırılan, şimdi Arkeoloji Müzeleri bahçesinde yer alan
Çinili Köşk (1472), mozaik çini sanatının ilk Osmanlı dönemindeki üslup
gelişimini yeni kompozisyon ve renklerle gözler önüne seren anıtsal bir yapıdır.
Gösterişli bir eyvan biçiminde dışarıya açılan giriş kısmında, geometrik
kompozisyonlar, iri kufî ve sülüs yazılar, etkiyi arttırmaktadır. Topkapı
Sarayı Arz Odası’nın cephesindeki renkli sır tekniğinde yapılmış çiniler ise,
16. yüzyıl başındaki örneklerin özelliğini taşır.
Topkapı Sarayı’nda, 16. yüzyıl ikinci
yarısının en kaliteli çinilerinin bulunduğu bölümlerden biri de Hırka-i Saadet
Dairesi’dir. Bahar açmış ağaçlar üzerinde çifte kuşlu panolar, parlak kırmızı
rengin geniş bir zeminde kullanılmış olduğunu göstermesi açısınan önemlidir.
Sultan IŞI. Murad Dairesi’ndeki (1578) çiniler, kubbe eteğine kadar tüm
duvarları kaplar. 16. yüzyıl ikinci yarısının bu kaliteli çinilerinde, beyaz
zemin üzerine kırmızı, yeşil renklerin bulunduğu Çin bulutları, nar çiçekleri
ve kıvrık dişli yapraklar görülür. Ocak külahının iki yanında yer alan bahar
dallı kompozisyon ise, bulunduğu yere uygun bir biçimde yerleştirilmiştir.
1640 tarihli Sünnet Odası’nın cephesini
ise çeşitli dönemlere ait çiniler süslemektedir. Artık kaliteli çinilerin
yapılamadığı dönemde, bu yapıda, saray depolarındaki çiniler ya da başka
yerlerden sökülerek getirilenler kullanılmıştır. 1.20 x 0.34 m. boyutundaki
yekpare çini panolarda, beyaz bir zemin üzerinde firuze ve mavinin tonlarıyla
kıvrık iri yaprak ve şakayıklı bir dal üzerinde çeşitli duruşta kuş figürleri,
alt kısmında ise Uzak Doğu kökenli iki efsanevi geyik figürü bulunmaktadır.
Saray nakkaşlarının desenlerine göre biçimlendiği belli olan bu panolara
benzeyen daha küçük boyuttaki bir panoda ise, bir vazodan çıkan kıvrık yapraklı
ve çiçekli bir dal üzerinde kuş figürleri bulunmaktadır. ılginç olan, bu
panoların benzerlerinin 1639 tarihli Bağdat Köıkü içinde de yer almasıdır.
Ancak burada kompozisyon yekpare bir pano olarak değil, yedi ayrı levhanın
birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Bu çiniler, biraz kabalaşmış üsluplarına ve
teknik aksaklıklarına rağmen, Sünnet Odası’ndaki 16. yüzyılı ait orijinallerine
bakılarak yapılmış oldukça başarılı kopyalardır.
17. yüzyıl çini sanatının desen açısından
henüz yaratıcı gücünü sürdürdüğü Harem kısmında, Valide Sultan ve şehzadeler
Dairesi’ndeki çini kaplamalar, vazolardan taşan çeşitli çiçekler ve bahar
ağaçları ile mekana bir cennet bahçesi görünümü kazandırır. 17. yüzyılın bu
alandaki bir katkısı da Mekke ve Medine tasvirlerinin Türk çini sanatında yer
almasıdır. Böyle bir pano, Valide Sultan ıbadet Odası’nda da bulunmaktadır. Bu
tür panoların kitabeli olmaları, bunlara belge niteliği de kazandırmaktadır.
Bu dönemde ıznik’in gittikçe azalan
etkinliğinin yerini, Kütahya almaya başlamıştır. Üsküdar Çinili Cami (1640)
mihrabı, minberin külahı ve nişli duvarları ile Kütahya çinilerinin ıznik
ürünlerini anımsatan başarısını gözler önüne serer. İstanbul Yeni Cami ve
Külliyesi’nin (1663) çinileri ise, 17. yüzyılın ikinci yarısındaki teknik
gerilemeye rağmen, çok çeşitli desenlerin hâlâ kullanıldığını göstermektedir.
Yapının hemen her bölgesinde yeşil, firuze ve lacivert renklerin egemen olduğu
çinilere rastlanır.
18. yüzyıl başlarında ıznik çiniciliği
bir daha canlanamayarak son bulur. Sultan IŞI. Ahmed ve Sadrazam Damat ıbrahim
Paşa, Türk çini sanatını yeniden canlandırmak için girişimlerde bulunurlar.
İstanbul Tekfur Sarayı’nda, ıznik’ten getirilen ustabaşı ve fırın
malzemeleriyle yeni bir imalathane kurulur. Başlangıçta ıznik çinilerinin
benzerleri yapılır. Ama, bu deneme de çok kısa sürer ve 25 yıl sonra Tekfur
çiniciliği son bulur. Tekfur Sarayı çinileri adı altında toplanan bu ürünlerin
en ilginç örnekleri, Hekimoğlu Ali Paşa Camii’nde (1734) ve Sultan IŞI. Ahmet
Çeşmesi’nin (1732) saçağı altında bulunmaktadır. Desen açısından ıznik
çinilerine benzemekle birlikte, Tekfur Sarayı çinilerinin yapım tekniği
başarılı değildir. Sırlar mavi bir ton almış, çatlaklar belirmiş, renklerde de
solma ve akmalar başlamıştır. Sıraltı tekniğindeki bu çinilere o zamana kadar
çini sanatında görülmeyen sarı ve turuncu da katılmıştır.
Kısa ömürlü bu çabanın yanında, Kütahya
18. yüzyıl boyunca tek çini merkezi olarak etkinliğini sürdürmüştür. Ama, saray
sanatının görkeminden uzak, daha çok halk sanatının şematik üslubuna göre
oluşturulmuş çiçek buketleri ve rozetler ortaya çıkmıştır. Üsküdar Yeni Valide
Camii (1708), Kütahya Hisar Bey Camii’nin 1750 yılındaki tamiri sırasında
konulan çinileri, Antalya Müsellim Camii (1796) ve Topkapı Sarayı’nın çeşitli
yerlerinde bulunan çiniler, bu dönemin özelliklerini yansıtırlar.
Bu özellikler, Neo-Klasik üslubun
egemen olduğu 20. yüzyıl başlarında yeni bir canlanmaya değişir. ıznik
çinilerinin klasik desenlerine dönülerek, başarılı örnekler verilir. Eyüp’teki
Sultan Mehmed Reşad Türbesi’nin (1918) içini kaplayan çini panolar, asma
yapraklı servi ağaçları, vazodan taşan çiçekler, bahar ağaçları, kırmızı
renginde katıldığı renk çeşitlemesi ile bu yeniden canlanışı gözler önüne
sermektedir.
Osmanlı çini sanatının görkemli
örnekleri, küçük çapta da olsa, 20. yüzyıl başında yeniden yaşatılmaya
çalışılmıştır. Kütahya çiniciliği ise günümüzde, zaman zaman Türk çini
sanatının parlak geçmişini anımsatan örneklerle varlığını sürdürmektedir
https://www.armadacini.com
https://www.armadacini.com/cini-hakkinda/cini-sanati/
Yorumlar
Yorum Gönder